1907 yılı Lahey Konferansı
Baron Paul de Constant
Pavel Nikolayeviç Milyukov
Balkan Savaşları sırasında esir alınan Türk askerleri
1907 yılında imzalanan Lahey Sözleşmesi
Balkan Savaşları sırasında esir alınan Türk askerleri

Dr.Oleg Kuznetsov Tarih Bilimci (Moskova, Rusya)

Çağdaş Türk, Azerbaycan ve onlara dost olan diğer ülkelerin tarihçileri, 1915 yılında Osmanlı İmparatorluğunda “Ermeni soykırımı” tezini kınıyor ve reddediyor. Bu tarihçiler, tezin arkasında tarihi adalet veya konunun hukuki boyutları olmadığını, günümüz Ermeni diasporasının Türkiye Cumhuriyeti halkına ve hükümetine karşı siyasi ve ekonomik iddialarının durduğunun açıkça farkındadır. Ayrıca, Azerbaycan’da, bu teze karşılık devlet düzeyinde, 1918-1920 yıllarında Ermeniler tarafından yapılan “Azerbaycanlıların soykırımı” fikri aktif bir şekilde öne sürülmekte ve ülkede 31 Mart tarihi bu soykırımın kurbanlarının anısına resmi anım günü olarak ilan edilmiştir. Ancak, bu halkların temsilcilerine karşı XX. yüzyılın başlarında kasıtlı ve organize imhayla yapılan katliamlar, Avrupa için ne ilk, ne de bu tür kitlesel olgulardan değildi. Askerler tarafından dini ve etnik kökenleri nedeniyle sivillerin toplu katliamı hakkında ilk defa Eski Dünya’da 1913 yılında konuşuldu, bu zaman dünya kamuoyu detayları, daha doğrusu, o dönemin basınında “mezalim” olarak adlandırılan 1912-1913 yılları 1. ve 2. Balkan savaşlarının doğurduğu insani sonuçları öğrendi.

XX yüzyılın askeri tarihi konusunda fazla bilgisi olmayan olan okuyucuya, bizce, bu silahlı çatışmaların özü ile ilgili kısa bir bilgi vermek gerekiyor. 9 Ekim 1912 yılında Sırbistan, Karadağ, Bulgaristan ve Yunanistan Krallıklarından oluşan Balkan Birliğinin koalisyon güçleri, Makedonya ve mümkün olduğunca diğer toprakları Osmanlı İmparatorluğundan zorla ayırmak için Osmanlı silahlı kuvvetlerine karşı birkaç cephede savaş başlattı. Güç ve donanım olarak dört kat üstünlüğe sahip olan müttefikler, toprak tavizi karşılığında Osmanlıları barış istemeye zorladı. 1913 yılının Nisan ayında Londra’da barış görüşmeleri başladı, ancak zafer kazanan taraflar elde ettikleri ganimeti kendi aralarında barışçıl yollarla paylaşamadı ve Balkanlarda yeni bir savaş patlak verdi, bu sefer, Makedonya topraklarını kendine birleştirmeye en çok iddia eden Bulgaristan savaşın kurbanı oldu. 31 Temmuz 1913 yılında savaş sona erdi, 10 Ağustos’ta ise, Balkan Slavlarının genç devletleri arasında “Osmanlı mirasının” kanlı bölünmesine son veren Bükreş Antlaşması imzalandı.Bu dönemde, sivillere karşı yapılan “vahşet” konusunun dikkate alınmamasının mümkün olmayacağını Avrupa kamuoyu nihai olarak anlamıştı.

Bu arada, “mezalim” hakkında bilgiler daha Balkan Birliğinin Osmanlı İmparatorluğuna karşı savaş sırasında gelmeye başlamıştı, bu nedenle, savaş suçlarına uluslar arası soruşturma yapılması konusu, suçlu tarafın savaş sonrası statüsüne rağmen, Makedonya etrafındaki çatışmalar daha sona ermeden gündeme gelmişti. Bu gerçek, başından itibaren soruşturmanın kazanan tarafın çıkarlarına ve yenilen tarafın zararına değil, azami olarak tarafsız yürütülmesini öngördüğünü kanıtlamaktaydı. O dönem Avrupa’sı için bu yaklaşım temel öneme sahipti ve hiç kimse “çifte standart” siyasetini uygulamayı düşünmüyordu. 1907 yılında 1. Lahey Uluslar arası Barış Konferansı düzenlendi. 18 Ekim tarihinde Konferans, diğer konuların yanı sıra sivillerin silahlı çatışma bölgesinde korunmasını detaylı olarak düzenleyen kara savaşı kanunu ve usulleri Sözleşmesini kabul etti. 1912-1913 yılları Balkan Savaşları, yeni kabul edilen uluslar arası düzenlemelere göre yürütülmesi gereken ilk bölgesel silahlı çatışma oldu. Bu nedenle, savaş suçları gerçeklerinin ihmal edilmesi söz konusu olamazdı.

Uluslar arası soruşturma komisyonunun oluşturulmasına, bugün dünyada daha çok “Andrew Carnegie Araştırma Enstitüsü” («Cаrnegie Science Institute») adıyla bilinen Amerikan hükümet yanlısı “Uluslar arası barışa Carnegie armağanı” örgütü öncü oldu. O dönem bu inisiyatif ABD siyasi çevrelerinin insanlığın geri kalanına bakış açısını dayatma çabası değildi, nedenler oldukça farklıydı. Gerçek şu ki, Amerika Birleşik Devletleri’nde 1861-1865 yıllarında yaşanan İç Savaş sırasında dünya tarihinde bir ilk olarak hazırlanan ve Başkan Abraham Linkoln tarafından imzalanarak “kuzeyliler” ordusuyla ilgili emir şeklinde onaylanan 1863 yılı 24 Nisan tarihli 100 sayılı “Lieber Kanunu” (bazen “Lieber Talimatı” olarak da adlandırılıyor) – hükümet birliklerine bağlı askerlerin savaş alanlarındaki davranış kuralları kitabıdır ( söz konusu belge adını, onu hazırlayan Alman-Amerikan askeri hukukçu ve siyasi filozof Francis Lieber’den almıştır). Daha sonra, “Lieber Kanunu” 1899 ve 1907 Lahey Barış Konferanslarının uluslar arası hukuk belgelerinin temelini oluşturdu ki, bunlardan en önemlisi yukarıda belirtilen kara savaşı kanunu ve usulleri Sözleşmesi oldu. Aslında, XX yüzyılın başlarında ABD insancıl hukuk normlarının (savaş kuralları) hazırlanmasında bir öncüydü, bu nedenle, iki Balkan savaşları sırasında savaşan taraflarca işlenen savaş suçlarının soruşturulması girişiminin, bu ülkenin akademik kurumlarından gelmesi gerçeği dünyada hiç kimse tarafından şaşkınlık veya protestoya yol açmadı.

Uluslar arası soruşturma komisyonunun resmi başkanı, yaşlı olması nedeniyle Balkanlara gidemeyen ünlü pasifist, Carnegie Enstitüsü Paris şubesi Başkanı, Fransa Cumhuriyeti senatörü, 1909 yılı Nobel Barış ödülü sahibi Baron Paul Henri Benjamin d’Estournelles de Constant ilan edildi. O başkanlığını, komisyon saymanı ve soruşturma sonuçları raportörü rolünü gelecekte emek, hıfzıssıhha, hayırseverlik ve sosyal güvenlik Bakanı ve sağlık Bakanı, Fransa Millet Meclisi’nin Lyon’dan olan milletvekili Justin Godard’a emanet etti. Komisyonun uluslar arası kadrosu, aşağıdakilerin çalışmalara katılmayı kabul etmesi ile sağlandı: Columbia Üniversitesi antropoloji profesörü Samuel Trane Dutton, Magdeburg Üniversitesi hukuk profesörü, gelecekte Lahey Uluslar arası Adalet Divanı Daimi Hakemlik Mahkemesi’nin hakimi Walter Adrian Shyuking (1995 yılında Kiel Üniversitesi’nin Uluslar arası Hukuk Enstitüsüne onun adı verilmiştir), Berlin İmparator Friedrich Wilhelm Kraliyet Üniversitesi Akademik Bilgi Bürosu Başkanı profesör Wilhelm Paszkowski, Viyana Üniversitesi, Hukuk Tarihi profesörü Josef Redlich, dünyaca ünlü İngiliz gazeteci Henry Noel Brailsford ve Rus İmparatorluğu Devlet Duması milletvekili, Anayasal Demokrat Parti lideri ve Moskova Üniversitesi doçenti Pavel Nikolayeviç Milyukov. P.N.Milyukov daha sonra yazdığı “Anılar” kitabında yazdığı gibi, tüm bu insanlar komisyon çalışmalarına katılmak üzere davet edilmişti, “…tabii ki, kendi devletlerinin resmi temsilcileri olarak değil, kamuoyuna hitap edebilme yeteneğine sahip kişiler gibi” [1, c. II, s. 111]. Böylece, gördüğümüz gibi, Carnegie Enstitüsü uluslar arası soruşturma komisyonu en başından itibaren uluslarüstü ve sivil toplum girişimiydi ki, bu da büyük ölçüde, bazı Avrupa devlet ve hükümet başkanlarının komisyon ve onun ayrı-ayrı üyelerine karşı tutumlarını belirlemişti.

Özellikle, Alman İmparatoru II. Wilhelm, savaş sırasında onun silahlı kuvvetlerinin eylemlerini, uluslar arası insancıl hukuk normları da dahil olmak üzere herhangi bir ahlaki yükümlülüklerle sınırlandırmak mümkün olmayacağını düşünerek, profesör Wilhelm Paszkowski’ye Carnegie Enstitüsü komisyonunda çalışmayı doğrudan yasakladı (onun doğrudan işvereni olduğu için, hükümdar bunu yapabilirdi). Aynı içerikli öneriler Walter Shyuking’e de yapıldı (“serbest üniversite” profesörü olduğu için, Alman İmparatorluk hükümeti onun komisyonda çalışmalarına katılmasını doğrudan yasaklayamazdı) ve Shyuking onların tavsiyesini dinledi. Profesör Redlich, Avusturya-Macaristan Şansölyesi’nin (Dışişleri Bakanı) tavsiyesi üzerine komisyon çalışmalarına katılımını, yukarıda belirtildiği gibi, başından itibaren çalışmalardan çekilen başkan d’Estournelles de Constant’a Viyana’dan birkaç mektup göndermekle sınırladı. Sonuç olarak, Balkanlar’a dört kişi – J.Godard, S.T. Dutton, H. N. Brailsford ve P.N.Milyukov gitti, Milyukov’un söylediğine göre, bunlardan sadece son iki kişi “komisyonun, Balkan halklarının hedeflerine ve dillerine aşina olan tek gerçek çalışanlarıydı” (Brailsford çok güzel Yunanca, Milyukov ise Bulgarca biliyordu).

Komisyon üyelerinin toplanma ve çalışma yeri Belgrat olarak belirlendi, ancak komisyon Sırp başkentinde uzun kalmadı ve 13 Ağustos’ta Selanik’e gitmek zorunda kaldı. Komisyonun bu kadar erken ayrılışının nedeni, aktif Bulgar yanlısı olan P.N.Milyukov’la, onu “milletin düşmanı” olarak gören Sırbistan Krallığı Bakanlar Konseyi Başkanı (Başbakan) Nikola Pasiç arasındaki ihtilaf oldu. Pasiç, Milyukov’un komisyon üyesi olarak Belgrat’ta bulunduğu sürece Sırp makamlarının komisyonla işbirliği yapmayacağını açıkladı, bunun üzerine de, komisyon, bir bütün olduklarını ve sadece birlikte çalışabileceklerine karar vererek Yunanistan’a gitti. Komisyon Selanik’te dört gün - 14 ila 18 Ağustos tarihleri arasında bulundu, yerel Yunan genel valinin kenti terk etmeleri emrini aldı. Bu sefer de, komisyon üyelerinin şehirden gönderilme nedeni, onunla, Yunan birliklerinin savaş suçları işlediğine dair büyük miktarda materyal toplamayı başaran Henri Brailsford arasındaki ihtilaf oldu. Balkan devletleri hükümetlerinin Komisyonun faaliyetlerine karşı olumsuz tepkiden doğan objektif nedenlerle, Komisyon üyeleri Selanik’te bölünmek zorunda kaldı: Brailsford ve Dutton, Komisyonun son durağı olan Sofya’ya, Godard ve Milyukov ise, önce Atina’ya, oradan Godard Bulgaristan’ın başkentine, Milyukov tek başına Osmanlı İmparatorluğunun Avrupa kısmına – Rumeli’ye gitti, İstanbul ve Edirne’de bulunduktan sonra Milyukov 30 Ağustos’da Sofya’ya döndü.

İşte, Carnegie Enstitüsü Uluslar arası Soruşturma Komisyonu üyelerinin Balkanlara denetim ziyareti toplam üç hafta – 1913 yılı Ağustos ayının 10’dan 31’ne kadar sürdü, daha sonra Sofya’da nihai raporun hazırlanması konusunda on günlük bir çalışma yapıldı ve 10 Eylülde Komisyon üyeleri, toplanan materyalleri Baron d’Estournelles de Constant’a sunmak üzere Paris’e gitti. P.N.Milyukov, daha sonraları “Anılar” kitabında şunları yazıyordu: “… bir yıl sonra, haritalar ve “vahşet” resimleriyle mükemmel kağıtta 500 sayfadan oluşan bizim Enquete dans les Balkans’ın (Balkanlar’daki soruşturma – O.K.) büyük bir cildi basıldı (Balkanlar’daki soruşturma – O.K.). Cildin yarısı, bizim topladığımız belgelere ayrılmıştı. Metnin yedi faslı komisyon üyeleri arasında paylaşılmıştı. Birer fasıl Brailsford, Godard ve Dutton tarafından yazıldı; geriye kalan dört fasıl bana aitti. Ama hepimiz birlikteydik, tarafsızlık için övgü, özverili çalışmalarımız için “derin şükran” yağmuruna tutulmuştuk. Carnegie yayınları raflarında bu çalışma önemli bir yer tuttu” [1, c. II, s. 119].

Rus politikacı ve profesyonel tarihçi P.N.Milyukov, gerçekten, 1912-1913 yılları Balkan Savaşları sırasında işlenen savaş suçlarını soruşturan Carnegie Enstitüsü’nün uluslar arası soruşturma komisyonunun en aktif üyesiydi. Meslektaşları arasında yalnız o, geniş ve kapsamlı bilgilere sahipti, çünkü onlardan farklı olarak silahlı çatışmaya katılan ülkelerin – Sırbistan, Yunanistan, Bulgaristan ve Osmanlı İmparatorluğunun tamamında bulunmuştu, komisyon üyelerinden bazıları ise bu ülkelerin yarısını bile ziyaret etmemişti. Ayrıca, Milyukov kaba işten kaçınmıyor ve meslektaşları mağdur ve tanıklarla otel odaları ve kafelerde konuşmakla sınırlı kalırken, bizzat savaş suçlarının işlendiği yerleri ziyaret ediyor, “vahşet” delillerini belgeliyor ve fotoğrafla kaydediyordu. Bu nedenle, P.N.Milyukov’un trajik olayların sonuçlarının tanığı olarak düşünce ve izlenimleri, 1912-1913 yıllarında Balkanlar’da yaşanan gerçeklerin başlı başına parlak ve tarafsız kanıtlarıydı. Bu bağlamda, P.N.Milyukov’un “Anılar” kitabında, onun Uluslar arası Soruşturma komisyonuna katılımı ile ilgili fragman, Balkan Savaşları yıllarında işlenen savaş suçları tarihine ilişkin yukarıda belirtilen komisyon raporundan daha değerli bir kaynaktır.

P.N.Milyukov’un “Anıları”, XX yüzyılın başlarında Avrupa’nın hangi halkı veya halklarının soykırıma maruz kaldığı sorusuna oldukça kesin bir cevaptır. Bu bağlamda, Milyukov’un, fikirlerini sadece bir tarafsız tanık olarak değil, aynı zamanda, epistemolojik analiz araçları ve sosyal süreçlerin genelleştirmesi ile silahlanan profesyonel bir tarihçi olarak (o, XX yüzyılın başlarında dünyaca tanınmış Rus tarihçisiydi) formüle ettiğini, bu nedenle, onun metinlerinin sübjektif ve objektif açıdan daha güvenilir olduğunun altını özellikle çizmek gerekiyor. 1913 yılında Balkanlar’da gördüklerini sonuçlandırarak, Milyukov şunları yazıyordu:

“Başlangıçta savaşın amacı Türklerden kurtuluş idi – ve kurtarıcılardan zararı ilk olarak da Türk nüfusu gördü. Türk köyleri yakılıyor, Müslümanlar vahşetin ilk hedefi oluyor, kurtulanlar kaçıyordu; komisyon üyeleri, açık havada, barınak ve sığınak olmadan, yiyecek ve yeni yerleşim için hiçbir umutları olmayan ve Selanik etrafında yığılan binlerce böylelerini gördü. Ancak daha sonra, Hıristiyanların kendi aralarında çatışmalar başladı. Bu çatışmaların ana alanı Makedonya olduğu için, burada vahşetin hedefi yerli Bulgar nüfusu, suçlular ise – Sırplar ve Yunanlar oldu. Türk hükümetinin üst tabakası atıldıktan sonra, onun altından, benim daha XIX yüzyılın sonlarında gördüğüm Hıristiyan milletlerin çok yıllık mücadelesi çıktı. Şimdi fark, Yunan ve Sırp azınlıkların yardımına, Makedonya’yı işgal eden birliklerin gelmesinde oldu” [1, c. II, s. 112-113].

İşte, gördüğümüz gibi, P.N.Milyukov, savaş suçlarından dolayı Sırp ve Yunan silahlı kuvvetlerini sorumlu tutarak “mezalimin” ilk kurbanlarının Türkler, ikincisinin ise Bulgar olduğunu söylemiştir. Sırplar ve Yunanlar, tabii ki, birliklerinin yaptıklarından sorumlu olduklarının farkındaydı ki, bu da, Yunan ve Sırp makamlarının, kendilerinin yetki alanında Komisyon üyelerine uzun süre çalışma imkanı vermeyerek, 1913 yılının Ağustosunda Carnegie Enstitüsü Uluslar arası soruşturma komisyonuna her türlü engeli neden yarattığını açıklamaktadır. Balkanlar’da 1912-1913 yıllarında yaşanan olaylarla ilgili gerçek bilgilerin dünya kamuoyunun dikkatine sunulmasında daha çok ilgili olan Bulgar ve Osmanlı hükümetleri, komisyonun faaliyetlerine prensip olarak farklı bir tutum sergilemekteydi. Böyle ki, Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa kesimi – Rumeli ve Trakya’da bulunduğu sürece, Milyukov, Dışişleri Bakanı Mehmet Talat Paşa’nın yaveri ve şoförünün hizmetlerini, aynı zamanda makam aracını kullanmıştı, bu da ona, ülkenin onu ilgilendiren noktasına erişimini sağlamıştı. Daha sonra, Milyokov “Anılar”ında şunları yazıyordu:

“Türkiye’de beni en çok, Edirne’nin işgali sırasında Bulgar “mezalimi” konusunu açığa kavuşturmak ilgilendiriyordu. Sonra Edirne’yi çevreleyen nüfusun milliyeti konusuyla ilgilendim. Ve nihayet, Komisyon’un bilgilerinin yetersiz geldiği Batı Trakya sınırlarına gitmek gerekti. Ben,daha çok merak ettiğim ilk sorudan başladım.Tabii ki, Yunan kaynaklarında gerçeklerin büyük ölçüde abartıldığı ortaya çıktı. Şehir gerçekten Bulgar işgalinin ilk iki gününde genel yağmalama ve cinayetin kurbanı olmuştu; soygunda, Yunanlar dahil, yerel halk da büyük yer almıştı. Sadece üçüncü gün şehirde düzen yeniden kurulmuştu. Bir konuda– komutanlığın esirlere yaptığı ağır muamele konusunda sessiz kalamam (burada konu, Bulgar ordusu komutanlığının Osmanlı savaş esirlerine karşı tutumudur – O.K.). Onların büyük bir kısmı Tunca nehrindeki ıssız bir adaya getirilmiş ve gecenin soğuğunda, çamur içinde, yağmurun altında, gıda ve barınak olmaksızın kendi kaderlerine terk edilmişti. Ben, esirlerin, kabuklarını kemirdikleri ağaçların fotoğraflarını çektim. Yüzlerce, belki binlerce insan burada soğuk ve kolera salgınından yaşamını yitirmişti” [1, c. II, s. 116].

Son alıntı, aslında 1912-1913 Balkan Savaşları sırasında yaşanan “vahşetin” ilk kurbanının kim olduğuna dair ipucu vermektedir. Bu konuda görüş kesin olmalıdır: kara savaşı kanunları ve usulleri Sözleşmesini onaylayan 1907 yılında Lahey Sözleşmesi ile yasaklanan savaş suçlarının ilk kurbanı, Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa kısmındaki Türk (Müslüman) nüfus oldu. Bu suçların sorumlusu, sonradan soykırım suçunun yasal niteliğini alacak suçlara eylemleriyle yol açan Bulgar, Yunan ve Sırplardı.

Şimdilik ise bizim bir soruyu cevaplandırmamız gerekiyor: 1912-1913 Balkan Savaşları sırasında Osmanlılara yapılan zulüm gerçekten soykırım karakteri mi taşıyordu, yoksa günümüzde bu tür suçların maskelendiği sözde “etnik temizlik” miydi? Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 9 Aralık 1948 tarihli ve 260 (III) sayılı Kararıyla kabul edilmiş Soykırım suçunun önlenmesi ve cezalandırılması Sözleşmesinin 2. Maddesi şunları içermektedir: ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden her hangi biri, soykırım suçunu oluşturur: gruba mensup olanların öldürülmesi; grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi; grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kastten değiştirmek [3]. Soykırım suçunun bu niteliklerinin tamamı, 1912- 1913 yıllarında Balkan Yarımadası’nın Osmanlı nüfusuna karşı Bulgar, Yunan ve Sırp askerlerinin eylemlerinde mevcuttu ki, bu da, Carnegie Enstitüsü “Balkanlarda soruşturma” Uluslar arası Soruşturma Komisyonunun nihai raporunun materyalleri ile doğrulanmaktadır («Enquete dans les Balkans. Rapport presente aux directeurs de la dotation Carnegie pour la Paix Internationale») [2].

Bu nedenle, soykırım suçunun önlenmesi ve cezalandırılması Sözleşmesinin geriye dönük uygulanmasının olasılık ve gerekliliği ile ilgili tartışmaya girmeden, biz tümden, XX yüzyılda Avrupa’da soykırım suçunun ilk kurbanının Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa kısmının Müslüman nüfusu olduğu sonucuna varabiliriz, bunun sorumluları ise, Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan siyasetçileri ve askerleridir. Tüm bu suçlar cezasız kaldı, bunda da, insancıl hukukun savaşın barbarlığı üzerinde zaferini istemeyen Almanya ve Avusturya-Macaristan imparatorlarının büyük ölçüde katkısı vardı. 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı başladı ki, onun boyutları, dehşet ve “mezalimi” yanında Balkan Savaşlarındaki tüm savaş suçları sönük kaldı. Osmanlılar ise, kendi deneyimlerinin sonucunda önemli bir ders çıkardılar: onlar, Avrupa’da sivillere karşı savaş suçları cezasız kalmakta ve bu nedenle kabul edilebilir, belirli koşullar altında hatta yararlı olabilirin farkına vardı. Bu nedenle, 1915 yılında Anadolu’da isyancı Ermeni nüfusuna karşı yürütülen askeri-polis operasyonu sırasında yapılan sert uygulamalara, şüphesiz, birçok açıdan, 1912-1913 yıllarında Balkanlar’da Bulgar, Yunan ve Sırp askeri birlikleri tarafından Osmanlılara karşı yapılan “vahşetler” neden olmuş ve hatta provoke etmiştir.

Kaynakça:

1. Milyukov P.N. Anılar (1859-1917) / M.G.Vandalkovskaya, A.N.Şahanov redaktörlüğünde. 2 ciltte. M., Sovremennik, 1990.

2. Enquete dans les Balkans. Rapport presente aux directeurs de la dotation Carnegie pour la Paix Internationale, Paris, 1914.

http://www.un.org/ru/documents/decl_conv/conventions/genocide.sht